Türkiye Demokrasi Vakfı (TDV), İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu ve belediye çalışanlarının gözaltına alındığı operasyona yönelik sert bir yazılı açıklama yayımladı. TDV, Türkiye’nin demokrasi pratiğinin, özellikle 2000’li yıllardan itibaren, yargının olağan işlevlerinden çıkmasıyla siyasi alanın toplumsal dinamiklerle değil, yargı kararlarıyla şekillendiğini ifade etti.
TDV’nin açıklamasında şu ifadelere yer verildi: “Öncelikle Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasi geleceği, hukuk tanımaz kararlarla engellenmeye çalışılırken, son dönemde yargıda iktidarın kadrolaşması sonucu bu beklentilere uygun yargı kararları artış göstermektedir.”
Ayrıca, “Menfaat kaygısına kapılmaksızın, hak temelli ve demokrasi ilkelerinin koşulsuz işleyişine inanan demokratlardan oluşan, hem AK Parti hem de CHP’den milletvekillerine ev sahipliği yapan bir mütevelli heyetimiz var. Bu çerçevede, her iki duruma da demokrasi adına derin bir üzüntü duyduğumuzu belirtmek isteriz,” denildi.
“TOPLUMLAR VE BİREYLER ÖNGÖRME YETENEĞİNİ KAYBETTİĞİ ZAMAN KAOS BAŞLAR”
Demokratik anlayış, toplumun bugünkü ve gelecekteki yönetimi için en barışçıl ve şeffaf yöntemdir. Batı, bu anlayışı elde etmek için ciddi bedeller ödemiştir. Avrupa tarihi, demokrasi ve hukuk devleti için savaşların ve çatışmaların yaşandığı bir süreçtir. Bu nedenle, kuvvetler ayrılığına ve yargının bağımsızlığına olan inancımız oldukça güçlüdür. Aksi durumda, yaşanan siyasi iktidarın böyle bir yargısal iklimin hazırlayıcısı olması kabul edilemez.
Bu olayların, 18 Mart’ın tarihsel öneminin ardından yaşanması ise bir başka talihsizlik olarak değerlendirilmektedir.
Türkiye, iki kutuplu bir siyasi yapının içerisindeyken, her geçen gün taraflar arasındaki düşmanlıkların derinleştiği bir döneme girmektedir. Bu durumun, iktidar ve muhalefet için sağlıklı bir siyasi atmosfer oluşturmadığı kanaatindeyiz.
Ayrıca, Şeyh Edebali’nin, “Ey oğul, beysin. Bundan sonra öfke bize, uysallık sana; anlaşmazlıklar bize, adalet sana…” dizeleri bağlamında, asli sorumluluğun öncelikle, devletimizi emanet ettiğimiz AK Parti ve onun lideri Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’da olduğunu vurgulamak gerekir. Türkiye, seçim sonrası balkon konuşmalarında tüm vatandaşları huzura davet eden, oy verenin de vermeyeninin haklarını eşit şekilde savunacağını ifade eden bir demokratik üslup beklemektedir.
“Toplumun tercihlerine saygı duyuyorum” demekle yetinip, tercihini yaptıktan sonra iktidarın kaybettiği bölgeleri yargı aracılığıyla geri alması hukuki açıdan bile izahı zor bir durumdur; demokrasi açısından ise mümkün değildir.
Türkiye, evrensel demokrasi ve yargı kriterleri bakımından her geçen gün daha fazla gerilerken, Batı ülkelerinin bizi “Ortadoğu” liginde sınıflandırmaya başlaması, derin ekonomik krizin nasıl yansıyacağı konusunda endişe verici bir durumdur.
Demokrasimiz, otoriterizme ve totaliterizme doğru bir geçiş sürecinin tüm izlerini taşımaktadır. İktidar, bu perspektiften bakıldığında, “Yargı yapıyor, ben ne yapabilirim?” diyerek kurtulabileceği bir durumda değildir. “Mızrak, çuvala sığmamaktadır.”
Demokratik rekabetin en önemli ilkelerinden biri, oyun kurallarının değişmemesidir. Toplum ve bireyler öngörü yeteneğini kaybettiğinde kaos kaçınılmaz hale gelir. Tarihsel geleneğimizde yaşamadığımız bir dönemin biçimlendirildiğine dair ciddi endişeler taşımaktayız.