Meclis Komisyonu: Siyasette Nadir Görülen Uyum
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kurulan Millî Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu, siyasi spektrumun geniş yelpazesinden partileri bir araya getirdi. Bu komisyon, terörle mücadelenin yalnızca askerî değil, toplumsal, hukuki ve sosyoekonomik boyutlarına da odaklanarak kalıcı bir çözüm zemini yaratmayı amaçlıyor. AK Parti, CHP, MHP, DEM Parti, Saadet, Gelecek, DEVA ve Yeniden Refah Partisi gibi ideolojik farklılıklara sahip partilerin bir araya gelmesi, siyasette uzun yıllardır beklenen bir normalleşme sürecine işaret ediyor.
Toplantılarda terör mağdurları, emekli askerler, hukukçular, akademisyenler, yerel kanaat önderleri ve sivil toplum temsilcileri dinleniyor. Bu durum, yıllardır “mücadele” teması üzerinden yorumlanan bir sorunun “dinleme” ve “anlama” zeminine taşındığını gösteriyor. İYİ Parti, yönteme yönelik endişelerini dile getirirken, Meclis’teki genel hava, uzun süredir görülmeyen bir uzlaşma arayışını yansıtıyor. Bu uzlaşma, nihai çözümün toplumsal bir sözleşme ile sağlanması gerektiği konusunda bir farkındalık yaratıyor.
İmralı Heyeti, Diyalog ve Bahçeli’nin Çıkışı
Sürecin önemli bileşenlerinden biri de İmralı heyetinin yürüttüğü temaslar. Bu heyet, terör örgütü lideri Abdullah Öcalan ile yapılan görüşmelerde silah bırakma ve geri çekilme takvimine dair değerlendirmeler yapıyor. Ayrıntılar kamuoyuna sınırlı ve kontrollü olarak aktarılırken, bu durum “sorunla yüzleşme cesareti” açısından sembolik bir eşik teşkil ediyor. Devletin kriz yönetimi, yalnızca terörü sona erdirmekle kalmayıp, aynı zamanda terörün kök nedenlerini ortadan kaldırmaya da odaklanıyor.
Bu çerçevede MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin milliyetçi gelenekten gelen meşruiyet artırıcı rolü dikkat çekiyor. Bugün (4 Kasım 2025), Meclis Grup Toplantısı’nda Bahçeli, “Milletvekilleri İmralı’ya gitmelidir, MHP heyete katılmaya hazırdır.” diyerek diyalog kanallarına destek verdi. Toplantı sonrasında Selahattin Demirtaş ile ilgili AİHM kararına değindiğinde, Demirtaş’ın tahliyesinin “hayırlı olacağını” ifade etti. Bu açıklamalar, “konuşmak zayıflık değil, devlet olgunluğudur” anlayışını güçlendirdiği gibi, siyasetin duvarlarını yumuşatarak toplumsal normalleşmeyi hızlandıran bir etki yarattı.
Demokratikleşme: Farklı Sesler, Ortak Zemin
Demokratikleşme, sürecin hem aracı hem de sonucu olarak öne çıkıyor. Farklı kimliklerin kendilerini ifade etme yetenekleri arttıkça toplumsal aidiyet güçleniyor; “birlik içinde çeşitlilik” anlayışı daha geniş kesimler tarafından benimseniyor. Siyasetin farklı kanatları arasında bir denge oluşuyor; MHP ve AK Parti, terörle mücadelenin ön koşulu olarak “koşulsuz silah bırakma” vurgusunu ön plana çıkarıyorken, CHP ve DEM Parti ise hak ve özgürlüklerin genişlemesinin, yerel yönetim ve siyasal katılımın güçlendiği bir ortamda şiddetin azalacağını savunuyor.
Bu farklı tonlara rağmen ortaya çıkan tablo, uzun zaman sonra ortak bir barış vizyonu etrafında buluşmayı mümkün kılıyor. Güvenlik endişeleri azalırken, özgürlük alanlarının genişlemesi ve siyasetin dilinin yumuşadığı bir atmosferin oluştuğu gözlemleniyor. Medyada nefret dilinin yerini, hak temelli bir tartışma ortamı alırken, siyasal arenada ise kutuplaşmanın yerini müzakere arayışı alıyor. Bu dil değişimi, toplumsal barışın psikolojik altyapısını güçlendiriyor.
Güvenlik: Dışarıdan Tehditleri Azaltmak, İçeride İstikrarı Pekiştirmek
Güvenlik boyutunda, şiddet eylemlerinin azalması, devletin kaynaklarını iç kalkınma, hukuk reformları ve kurumsal güçlenmeye yönlendirme olanağı sağlıyor. “Savaş” söylemi, yerini giderek “barış stratejisi”ne bırakıyor. Bu strateji, sadece silahların susmasını değil, aynı zamanda güvenlik bürokrasisinin profesyonel standartlarının yükseltilmesi, yerel güvenlik-toplum ilişkilerinin onarılması ve şeffaf denetim mekanizmalarının güçlendirilmesini içeriyor.
Öte yandan güvenliğin kapsamı artık yalnızca iç meselelerle sınırlı kalmıyor. Suriye’deki belirsizlikler, Gazze savaşı ve bölgede İsrail’in artan etkisi, Irak-Suriye hattındaki örgütlenmeler ile büyük güç rekabetinin yansımaları, Türkiye’nin içeride ve komşu coğrafyalarda istikrar sağlama ihtiyacını artırıyor. Bu sebeple süreç, yalnızca iç barış için değil, aynı zamanda bölgesel güvenlik dengesi açısından da kritik öneme sahip. Türkiye, sınır ötesi tehditleri caydırırken, iç normalleşmeyi güçlendirmeyi hedefleyen ikili bir strateji benimsiyor. Bu ikili yaklaşımın başarılı olabilmesi için öngörülebilirlik ve kurumsal koordinasyon ön planda. Güvenlik ile hukuk arasında kurulan hassas denge, sürecin sürdürülebilirliğini belirleyecek unsurlardan biri oluyor.
Ekonomi: Barışın Sessiz Ama Elle Tutulur Getirisi
Barış, sadece bir normatif ideal değil; aynı zamanda rasyonel bir ekonomik kalkınma stratejisi olarak da değerlendiriliyor. Silahların sustuğu her gün, risk algısı düşmekte, yatırım ufku genişlemekte ve insan sermayesi güçlenmektedir. Ülke riskinin azalması, kamu ve özel sektör borçlanma maliyetlerini düşürerek, bütçede faiz yükünün hafiflemesi ve reel yatırımların canlanmasına yol açmaktadır. Güvenlik riskinin azalması, imalat, lojistik, turizm ve tarım-gıda işleme gibi sektörlerde yatırım iştahını arttırmakta ve bu durum genç istihdamına olumlu yansımaktadır. Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde tedarik zincirleri güçlenirken, organize sanayi bölgelerinin doluluk oranları yükselmekte, iç göç baskıları azalmakta ve üretim artmaktadır. Güvenlik harcamalarında sağlanan verimlilik artışları, eğitim, sağlık ve teknoloji alanlarına yatırımları yönlendirebilmektedir. Bu da orta gelir tuzağından çıkış için gereklidir. Barış, büyümeyi teşvik etmekte; büyüme de barışı kalıcı hale getirmektedir. Ekonomik kazanımlar, demokrasi ve güvenlikte atılan adımların tamamlayıcısıdır; biri olmadan diğeri sürdürülebilir olamaz.
Eksiler ve Riskler: Güven Krizi, Taviz Endişesi, Şeffaflık
Süreç, her ne kadar umut verici olsa da, bazı çevrelerde “devlet fazla taviz veriyor” endişeleri dile getiriliyor. Örgüt içinden gelebilecek çelişkili mesajlar, güven erozyonuna yol açabiliyor. Ayrıca, yasal altyapı güçlendirilmeden ilerlemek güç: infaz rejimi, Terörle Mücadele Kanunu’nda (TMK) yapılacak güncellemeler ve silah bırakmanın denetimli bir biçimde gerçekleşmesini sağlayacak mekanizmalar, siyasi uzlaşı gerektiriyor. Bu uzlaşı sağlanamadığında süreç kırılgan kalma riski taşıyor.
Şeffaflık, bu süreçte kritik bir konu olarak ön plana çıkıyor. Kamuoyunun “Devlet neyi, kiminle konuşuyor?” sorularına makul ve zamanında verilmesi gereken yanıtlar, sürece yönelik toplumsal desteği artırabilir. Buna ek olarak, emniyet ve istihbarat birimlerinin operasyonel esneklikle tıkanmaları aşabilmesi de önemli. Yani her ayrıntının açık oturumlarda tartışılmasına gerek yok; önemli olan, doğru zamanda doğru adımlar atılması ve demokratik denetim mekanizmalarının işleyişinin sağlanması. İnce ayar, bu tür süreçlerin seyrini tayin edecek bir unsurdur.
Yine de Umudu Kaybetmemek
Bütün bu zorluklara rağmen Türkiye’nin barış arayışı, bugünün en değerli girişimlerinden biridir. Silaha karşı silah kullanmak kolaydır; asıl zorluk, öfkeyi kontrol altına almak, intikamı geride bırakmak ve geleceği inşa etmektir. Süreç ne kadar pürüzlü olursa olsun, toplumun geniş kesimleri “Bir daha kan akmasın” diyerek bir irade ortaya koymaktadır. Bu ifade tek başına toplumsal olgunlaşmayı göstermektedir. Barış; yalnızca çatışmanın sona ermesi değil, hatırlamanın ve onarmanın da ortak dili olarak öne çıkmaktadır. Bu dil, siyasetin üstünde ve ekonominin ötesinde bir vicdan terazisinden geçiyor.
Son Söz: Bardağın Dolu Tarafı
“Terörsüz Türkiye” sadece bir devlet projesi değil; aynı zamanda ulusal bir olgunlaşma sürecidir. Eksikleri, sancıları ve riskleriyle birlikte umut veriyor. Bugün kolay olan eleştirmek, zor olan ise bu umudu korumaktır; sabırla ve kararlılıkla doğru olanı savunmaktır. Unutulmamalıdır ki savaşta kazanan yoktur, ama barışta kaybeden de olmaz. Bu nedenle “Terörsüz Türkiye”yi desteklemek, partisel bir tercih değil; vicdani bir tercihtir.



