Kadınlıktan kaçış: Başlangıç noktası neresi?
Bir kız çocuğu dünyaya geldiğinde, ona genellikle dış görünümüne ve uyum sağlamasına dair öğütler verilmektedir. Ancak bazıları bu kalıpları sorgulayarak kırma cesaretini gösterir. Ne yazık ki, özgürleşme çabaları onları yeni bir zindana hapseder. Duygularını açığa çıkaran bir kadın, güçsüz olarak damgalanır. Nazik bir yaklaşım sergileyenler, zayıf sayılırken, şefkat gösterenler de ciddiye alınmazlar. Bu anlayış, kimi kadınların içindeki kadınsılık hissini bastırmasına neden olur; güçlenme adına kendi doğasından uzaklaşır.
Bazı kadınlar, kadın olmanın bir değer taşımadığını düşünmekte ve bu sebeple erkeksi özellikleri yüceltmektedir. Mantıklı, stratejik, sert ve duygusuz olmanın başarı getirdiğine inanarak, şefkati ve duygusallığı küçümsemektedirler. Estetik ve zarafet gibi kadınsı niteliklere itibar edilmediği gibi, “kadın gibi” olmanın bir hakaret olduğu kanısı da yaygındır. Gerçekten güçlü olup olmadıkları ise sorgulanmaktadır. Yoksa içlerinde bir çatışma mı barındırmaktalar?
Kendi kadınlıklarını reddetmek, aslında kendilerinden vazgeçmek anlamına geliyor. Bazı kadınlar, yalnızca erkek gibi davranarak toplumda daha kolay bir yer edinebileceklerini düşünmektedir. Daha katı ve mesafeli bir tavır sergileyerek güç elde ettiklerine inanırlar. Fakat bu yol, içlerinde bir boşluk yaratmaya başlar; doğalarına aykırı bir savaş vermekte olduklarının farkına varmakta gecikirler. Duygularını bastırmak ve içsel savaşlarını gizlemek, onlara daha fazla yük bindirir.
Toplum, erkek gibi davranan kadınları genellikle “o Erkek Fatma” olarak yaftalayarak, duygularını saklayan ve sert duranların güvende olduğunu düşünmektedir. Bu ifadeler, kadınların kadınsı özelliklerini bastırarak yaşamasının bir avantaj sağladığı izlenimini yaratır. Bu yaklaşımla, duygularını gizlemeleri gerektiği mesajı verilmekte; şefkatlerini yok saymaları ise onlara daha fazla kabul görme şansı sunmaktadır.
Fakat bu kadınlar, içsel bir savaş içinde kaybolur. Duygularını ifade etmekten korkarak kendilerini yalnız hissettikleri bir boşluk içinde bulurlar. Zayıf görünmekten kaçındıkları için, acı çekseler bile başkalarına bağıra bağıra yardım istemekten çekinirler. Kendilerini sevmeyen ve anlamayan bir çevre içinde yaşadıklarını fark ettiklerinde ise belki de çoktan geç kalmışlardır. Güçlü oldukları düşünülen kadınlar, gerçek güçlerini aslında kendilerini unutarak kaybetmektedirler.
Gerçek güç, kadınlığı inkar etmeden var olmanın peşinde olmaktır. Kendinizi ifade etmek, kadın gibi hissetmek ve buna rağmen güçlü kalabilmek, aslında asıl başarıdır. “O Erkek Fatma” diyenlerden bir soru sormak gerekir: Gerçekten mi? Yoksa biz, onun zayıf anlarına kayıtsız kalacak kadar bencil miyiz?
Ben böyle zorluklarla var oldum, sen de öyle olmalısın!
Bazı kadınlar, yalnızca kadınlığı reddetmekle kalmaz, aynı zamanda bu değerlere sahip kadınları da eleştirir. Oje süren kadınları küçümseyerek, nazik ve kibar olanı zayıf olarak nitelendirir. Şefkat gösterenleri saf bulurken, anne olmayı isteyenleri geri kafalı görmekten çekinmezler. Dışarıdan bakıldığında, topuklu ayakkabı giymek “sistem tarafından kandırılmış” olmakla eşdeğer hale gelir.
Onlara göre kadınlık, aşılması gereken bir zayıflık olarak algılanmakta. Kendilerini “güçlü” göstermek için tüm kadınsı değerleri geride bırakmış olmaları, onların gözünde bir kazanımdır. Ancak burada asıl soru, bu kadınların gerçekten özgür olup olmadıklarıdır. Kendi iradeleriyle mi kadınlıktan uzak duruyorlar, yoksa dış dünya onları buna mı yönlendiriyor?
Kadınsılığı küçümseyen bu tutumları, bilinçli bir tercih mi yoksa içsel bir öfkenin yansıması mı? Duygusallıklarını bastırmaları, geçmişte yaşadıkları bazı travmalarla mı ilişkilidir? Kadın gibi olmanın küçümsenmesi, aslında kendilerine duydukları bir öfke mi? Bu bağlamda, bilinçaltlarında şu söz yankılanabilir: ‘Ben böyle zorluklarla var oldum, sen de öyle olmalısın!’ Ancak gerçek özgürlük, her kadının kendi seçimleri doğrultusunda yaşayabilmesiyle mümkündür.
İster sert olun, ister yumuşak, ister oje sürün, ister sürmeyin; ister anne olun, ister olmayın, kariyer yapın veya evde kalın. Kadınlık, tek bir kalıp içinde sıkıştırılamayacak kadar çok yönlü bir varoluş biçimidir. Bu çeşitliliği reddetmek ise, sadece erkek egemen sistemin çıkarına hizmet etmekten başka bir şey değildir. Kadınlığa savaş açan kadınlar, farkında olmadan kimin lehine hareket ettiklerini sorgulamalıdırlar.
Gerçek güç, kendini inkar etmeden var olmaktan geçer. Evet, güçlü kadınlar olmalıyız. Ancak bu gücü elde etmek için erkekleşmek zorunda değiliz; kadınsı gücümüzün farkına varmalıyız. Duygular zayıflık değil, rehberdir. Sezgiler, mantık kadar değerlidir ve şefkat ile zarafet bir eksiklik değil, aksine bir güç kaynağıdır. Kadın gibi olmanın, dünyayı dengeleyen önemli bir enerji taşıdığını bilmek gerekir. Peki, siz hangi taraftasınız?