“Savaşı Beklerken” şiirini okuyun birbirinize ve aynası olun bir birinizin!
“Nergisten sorumlu değilmişim bunu öğrendim. Kar umarsız yağabilir, ayaz çıkabilir. Uzun sürebilir, kötü şeyler olabilir. Nergis uyanmayabilir. Ne ışgını ne dalı sor ne de tomurcuğu. Aklım kırık, şaşırdı eski beklentilerim. Kimyasal korkular, kanlı gecelikler, dalgalı sirenler. Çocukları koyver, nereye gitseler ne yapsalar. Nasılsa füzeler bombalar onları buluyor. Nergisten ben sorumluydum, ışgından ve çocuklardan. Yanlış mı belledim, insan sorumluluktur.”
Sabah uyandığımda pencereden süzülen ışık, bir zamanlar çocukluğumda gördüğüm o berrak, umut dolu gökyüzünü anımsatıyor.
Ama artık hava farklı kokuyor; sanki beton, duman ve aceleyle dolmuş. Bahçedeki ağaçların dalları, rüzgârın fısıldadığı bir hikâyeyi anlatıyor: Dünya değişiyor. Ve bu değişim, hepimizin hikâyesinin bir parçası.
İklim değişikliği, uzak bir gezegende olan bir felaket değil. O, sabah kahvemi içerken mutfak masamda, marketten aldığım plastik poşette, arabamın egzozunda, hatta gece lambamı açık unuttuğumda yanı başımda. Bilim insanları bize rakamlarla, grafiklerle anlatıyor: sıcaklık artıyor, buzullar eriyor, denizler yükseliyor. Ama bu bir sayı oyunu değil; bu, torunlarımın koşacağı çayırların, kuşların süzüleceği gökyüzünün, balıkların dans edeceği nehirlerin geleceği.
Peki, ben ne yapabilirim?
Tek bir insan, bu devasa dalganın karşısında ne kadar etkili olabilir? Belki bir damla, okyanusu değiştirmez ama her damla, o okyanusun bir parçasıdır. Ve damlalar birleştiğinde, dalgalar yaratır.
Evde başlıyorum. Elektrik faturam, sadece bir kâğıt parçası değil; Dünya’ya verdiğim bir söz. Lambaları kapatıyorum, gereksiz fişleri çekiyorum. Çamaşır makinesini doldurmadan çalıştırmıyorum, çünkü su, sadece musluktan akan bir şey değil; o, yaşamın ta kendisi. Market alışverişinde bez çantam yanımda. Plastik poşetler, okyanuslarda balıkların boğazına dolanıyor, bunu unutmamaya çalışıyorum.
Yemek masamda da bir devrim var. Daha az et yiyorum, çünkü bir tabak bifteğin ardında ormanların kesildiği, suyun israf edildiği bir hikâye var. Sebzeler, meyveler, yerel pazarlardan aldığım taze ürünler… Hem mideme hem gezegene dost. Arada bir, komşumun bahçesinden topladığım kirazla reçel yapıyorum. Küçük bir kavanoz, ama o kavanozda toprağa duyduğum sevgi var.
Sokakta yürümeyi, bisiklet kullanmayı tercih ediyorum.
Arabamın motor sesi yerine rüzgârın kulağıma fısıldamasını seviyorum. Toplu taşıma, kalabalık ve bazen yorucu, ama her bindiğimde karbon ayak izimi biraz daha küçülttüğümü biliyorum. Bu bir fedakârlık değil, bir seçim. Geleceğe bırakacağım izlerin hafif olmasını istiyorum.
Ve sonra, konuşuyorum. Arkadaşlarımla, ailemle, komşularımla. İklim değişikliği bir konferans konusu değil; o, kahve muhabbetlerinde, akşam yemeklerinde, çocuklara anlatılan masallarda yer bulmalı. “Kiraz ağacı neden bu yıl az çiçek açtı?” diye soruyorum aynadaki adama. O düşünürken, belki bir tohum ekiyorum zihnine. Belki o tohum, bir gün bir ağaca dönüşecek.
Bireysel sorumluluk, bir kahramanlık destanı değil. Büyük jestler, dramatik fedakârlıklar beklemiyor bizden. Küçük adımlar, günlük alışkanlıklar, minik seçimler… Bunlar, bir araya geldiğinde dünyayı değiştirebilir. Çünkü Dünya, bizim evimiz. Ve evimizi korumak, her birimizin elinde.
Gökyüzü hâlâ mavi, ama biraz daha solgun. Yine de umut var. Her birimizin attığı o küçük adımlar, o damlalar, bir gün yeniden berrak bir gökyüzü yaratabilir. Yeter ki durmayalım, yeter ki vazgeçmeyelim.
Çünkü bu hikâye, hepimizin hikâyesi.
Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio’nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio