2016 yılından bu yana Edirne Cezaevi’nde tutuklu bulunan eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, QAD-Barış Araştırmaları Derneği’nin web sitesi için yeni bir yazı kaleme aldı. Yazısında Devlet Bahçeli’nin çağrısıyla başlayan süreci değerlendiren Demirtaş, “Cesaretimizi ortaya koyamazsak bu girdaptan asla çıkamayacağız; birbirimizi tüketirken küresel emperyalizmin değirmenine su taşımaktan da kurtulamayacağız. Öcalan ve Bahçeli, bu cesareti ortaya koyarken büyük risk almaktan da çekinmiyorlar. Cumhurbaşkanı Erdoğan da bu iradenin arkasında durarak risk alıyor ve çözüme öncülük etmekten geri durmuyor. Cumhuriyet’in kurucu partisi CHP’nin Genel Başkanı Özel de tüm şerhleriyle birlikte çözümün parçası olmaktan çekinmiyor” ifadelerine yer verdi.
Demirtaş, ”Korkma! Barış” başlıklı yazısında Türk, Kürt ve tüm topluma seslenerek ‘Korkma! Barış. Kaybettiğimiz tüm evlatlarımızın, şehit ve gazilerimizin hatıralarına bağlı kalarak birlikte kazanalım.’ dedi.
“CESARETİMİZİ ORTAYA KOYMAZSAK GİRDAPTAN ÇIKAMAYACAĞIZ”
Demirtaş’ın yazısının bir bölümünde şu ifadeler yer aldı:
“Hele ortada iki taraftan da yitirilmiş bunca değerli can varken ‘yeni bir paradigma’ ile ortaya çıkmak cesaret, feraset ve irade gerektir. Ama cesaretimizi ortaya koyamazsak bu girdaptan asla çıkamayacağız; birbirimizi tüketirken küresel emperyalizmin değirmenine su taşımaktan da kurtulamayacağız.”
“ÖCALAN VE BAHÇELİ RİSK ALMAKTAN ÇEKİNMİYOR”
İşte Öcalan ve Bahçeli, bu cesareti ortaya koyarken büyük risk almaktan da çekinmiyorlar. Cumhurbaşkanı Erdoğan da bu iradenin arkasında durarak risk alıyor ve çözüme öncülük etmekten geri durmuyor. Aynı şekilde, Cumhuriyet’in kurucu partisi CHP’nin Genel Başkanı Özel de tüm şerhleriyle birlikte çözümün parçası olmaktan çekinmiyor.
Kürtler kendi ayrı devletlerini kuramadılar; Türkiye’nin her yerine yerleştiler, Türkiye’ye entegre oldular. Devlet de Kürtleri eritemedi. O halde, Kürtlerin devlet talebini, devletin de bölünme korkusunu ortadan kaldıracak yeni paradigmaların en açık kavramsal içeriğini ortaya koyalım: Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Kürtlerin de devletidir. ‘Zaten öyle değil mi?’ diyen Türklerin ya da ‘Bu asla mümkün olmayacak’ diyen Kürtlerin itirazlarını anlamaya çalışarak şunları eklemeliyim: Kürtler de kendi kimlikleri, dilleri, kültürleriyle Türkiye Cumhuriyeti’nin birinci sınıf yurttaşı, sahibi olacaklar.”
“DEVLET KÜRTLERE KAPILARI SONUNA KADAR AÇMALI”
Devlet de artık tekçi resmi ideolojiyi tümden bir kenara atarak Kürtlere tüm kapıları sonuna kadar açmalı; Kürtlerin diline, kültürüne, kimliğine saygı duymalı, bunları anayasal ve yasal güvence altına alarak eşit yurttaşlık temelinde entegrasyona zemin yaratmalıdır.
“YENİ PARADİGMADAN ANLADIĞIM…”
”İnsan kendi devletine silah sıkmaz, sıkmamalı”
Benim yeni paradigmadan anladığım budur; Erdoğan’ın ve Bahçeli’nin arkasında durduğu irade de Özel’in ‘Kürtlere devlet vadediyorum’ söylemi de Öcalan’ın çağrısı da budur.
Bu nedenle Öcalan, kesin ve kararlı bir tavırla PKK’ye kendini feshetme çağrısı yapmaktan çekinmedi. Çünkü insan kendi devletine silah sıkmaz, sıkmamalı. Devlet de kendi asli yurttaşına ayrımcılık, zulüm yapmaz, yapmamalı. Cezaevlerini tıka basa doldurmamalı, kapıları bir an önce açmalı.
”Şart yok karşılıklı gereklilikler var”
Şart var mı? Çağrı metninde şart yok ama karşılıklı gereklilikler var. Yani un var, yağ var, şeker var ama helva yapmak için tencere, kaşık, ocak da gerekir. Bunlar helva yapmanın şartı değil, gerekliliğidir. O halde silahların nasıl ve nerede bırakılacağı, silah bırakanların hukuki ve siyasi durumlarının ne olacağının netleştirilmesi gerekir. Bunun için hukuki ve siyasi bir adım atılması, işin doğasının gereğidir.
”Türkiye bölünmeye mi gidiyor? Hayır, tam tersi oluyor”
Öcalan PKK kongresine bizzat katılacak mı? ‘Katılın’ deseniz bile Öcalan bu koşullarda Kandil’e gitmez. Günümüz iletişim tekniklerinin sağladığı olanaklarla PKK kongresine mesaj gönderecektir. Ama bu sırada, İmralı’ya avukat ve heyet ziyaretlerindeki sınırlama kalkmış olmalı elbette. Türkiye bölünmeye mi gidiyor? Hayır, tam tersi oluyor. Demokrasisi, ekonomisi, huzuru ve refahı daha da büyüyecek bir Türkiye ihtimali doğuyor.
”Belki ‘tek millet’ değil ama ‘bir millet’ olacağız”
Türkler ve Kürtler neden aynı anda seviniyorlar? Doğru ya, 100 yıldır aynı anda sevinip aynı anda üzülmeyi unuttuğumuz için bu durum kimilerini iyice işkillendiriyor. Oysa bu süreç tam da budur; aynı anda kazanacağız, birlikte daha güçlü olacağız. Belki ‘tek millet’ değil ama ‘bir millet’ olacağız. Tıpkı nar gibi; sert kabuğumuz bizi dışa doğru korurken, içeride nar taneleri gibi yan yana, uyumlu ve çok olacağız: Birliğin içinde çokluk.
Son olarak, hiçbir aşamada anayasa değişikliği, seçim, ittifak gibi konularda tek kelime bile konuşulmamış ve bunun pazarlığı edilmemiştir. Ancak, demokrasinin temel ilkelerini referans alarak DEM Parti’nin de herkesle görüşme, siyasi ve seçim işbirlikleri yapma hakkı vardır; bu hak meşrudur ve anasının ak sütü gibi helaldir. Bunun için kimseden izin almasına da gerek yoktur, olmayacaktır.
DEM Parti, demokrasi, insan hakları ve temel özgürlüklerden taviz verecek bir parti değildir. Dolayısıyla tüm görüşme, uzlaşma ve ittifakları da bu temelde şekillenir. Yani demokrasi mücadelesi, arayışı ve inşası elbette kesintisiz sürecek; çünkü Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni demokrasiyle taçlandırıp ikinci yüz yılında daha da büyütmek hepimizin görevidir. Devleti birlikte kurduk, birlikte büyütüp, birlikte yönetip, birlikte demokratikleştireceğiz. Bu nedenle Türk’e, Kürt’e, tüm topluma sesleniyorum: Korkma! Barış. Kaybettiğimiz tüm evlatlarımızın, şehit ve gazilerimizin hatıralarına bağlı kalarak birlikte kazanalım.”